Seçimler

Ahlakın ve temel sorusu şudur:

İnsan, gerçek anlamıyla bir seçim yapabilir mi? İnsanın seçim yapmaya gücü var mıdır?

İnsan iyiyi ve kötüyü seçmeye yarayan bir iradeye sahip midir? İrade nedir? Evrende insandan daha güçlü bir irade varsa biz gerçekten iyi ve kötü arasında bir seçim yapabilir miyiz ve seçimlerimizden sorumlu olur muyuz? Eğer bizden daha yetkin bir irade yoksa – tanrı gibi diyelim ki- iyinin ve kötünün ne olduğuna nasıl karar verebiliriz?

 

“Bu senin seçimin” dedi çok sevdiğim biri, kaskatı bir sesle. “Hayat zor” demiş bulundum, “Canım sıkkın.” “Hayır, hayır” dedi, (Neye hayır?) “Bu hayat tam olarak senin seçimin.”

Ben de “Hayır” dedim, bir nefes aldım ve cevapladım:

“Başka bir insan olmayı seçemeyiz ki!”

 

Bal gibi seçebiliriz aslında. Mide meselesi, hazım meselesi. Riyakar, şımarık, ikiyüzlü, acımasız, tek-benci, bayağı bir insan olmayı seçebiliriz. Becerip becerememek başka bir mesele ama böyle olmayı seçebiliriz. Çağın egemen değerlerine ayak uydurup sıvı ruhlu olmayı seçebiliriz; içinde bulunduğu kabın şeklini alabilen, oradan oraya akabilen, içinde bulunduğu kabın hesabını vermek zorunda hissetmeyen. Ve benim gibi ilahi bir adalet olduğuna inanmıyorsanız bu sıvılaşmanın cezası da yoktur; ne bu ne de öteki dünyada. Elbette tek bir ceza dışında…

 

Catherine Malabou bir filozof ve Nöroloji bilimi üzerine doktora yapmış bir yazar. “Beynimizle ne yapabiliriz?” diye bir kitabı var. “Beyin plastiktir” diyor, “Ama elastik değildir.” Bu şu demek, evet, benliklerimiz şekil alabilir ama onlara durmadan şekil değiştirtemeyiz. Bu çağın bizden istediği o sıvılığın insan beyninin yapısına uygun olamadığını hem nöroloji hem de ahlak felsefesi açısından açıklıyor. Ve uyarıyor; “Plastik esasen tehlikeli bir maddedir. Çünkü fazla oynandığında patlama ihtimali vardır. Plastik patlayıcılar gibi!”

 

Seçimlerimizi kerelerce değiştirdiğimizde, bu değişimleri bizden çağın, ülkenin, etrafın beklediği şekilde devam ettirdiğimizde, evet, benliğimiz patlayabilir. Ve biz kendimizi benliğimizin harabesinin ortasında bulabiliriz. Ömrümüzün sonuna kadar bir harabede yaşamaya mecbur olabiliriz.

Bu ilahi bir ceza olmayabilir ama büyük bir ceza, belki tanrılarımızın verebileceğinden daha merhametsiz.

 

İnsana kendini değiştirmek, en azından kendinin sonsuz sayıda temsillerini yeniden  üretmek için sonsuz olanaklar sunan bir çağda yaşıyoruz. Bi’ profil fotoğrafı değişikliğine bakar! Sonsuz sayıda benlik uydurabileceğimiz gibi her bir benliği sonsuz sayıda değiştirebiliriz. Temsiliyetin gerçekliğin yerini aldığı bu çağda –Instagram’daki hayatınız gerçek hayatınızdan daha gerçek değil mi izleyenler için!- mazruf ve zarfın yer değiştirdiği bu çağda yani, kim gerçekten sıvılaşmaya meydan okuyabilir ki? Kim gerçekten “Başka bir insan olmayı seçemeyiz ki!” cümlesinin tereddütsüz kabul edilmesini bekleyebilir karşı taraftan?

 

“Tereyağını tereyağından yapılmış bir bıçakla kesemezsin.”

Financial Times gazetesinde geçtiğimiz günlerde bir nörolog cerrah uzun bir yazı yazdı. Sorusu şuydu, “İnsan yapay zeka yaratabilir mi? İnsan, insan beynini gerçekten ve bütünüyle anlayıp yeniden yaratabilir mi?” Yazının sahibi cerrah, başka bir beyin cerrahı arkadaşının söylediği sözü aktarıyordu, “Tereyağını…”

En acı şey şu ki insan beyninin tam bir haritasını çıkaracak zamanı bile olmayabilir insanoğlunun; biliyorsunuz okyanuslar kaynamaya başladı. İnsanoğlu ilk kez gerçek anlamda insanlığın sonunu hesaplayabilir durumda ve bugün bizden beklenen şey seçimler yapmamız. Dünya ölüyor ve biz hala nasıl iyi veya kötü insanlar olabileceğimizi bilmiyoruz. Bildiğimiz tek bir şey var. Benlik patladığında insan ölüyor. İnsan, kendi doğasına çok aykırı şeyler yaptığında sıvılaşıp akıyor ve kanalizasyona karışıyor. Başka bir ölçü birimi var mı insanın benliğini, iyiyi veya kötüyü ölçecek? Bana sorarsanız yok.