Peki sizin yeteriniz ne?

Ar damarı çatlamış bir arsızlıktan mustaribiz. Dehşet içinde izliyoruz: Dünyanın ve ülkelerin karnını deşmek üzerine kurulu bir “ekonomik büyüme” fikrinin peşine takılmışlar, yarın yokmuş gibi “hıltılıyorlar”. Hep aynı şoruyu, aynı mide bulantısıyla soruyoruz, “Ne zaman doyacaklar?” Ne zaman “Oh yetti, çok doyduk” denecek de dinecek ülkeyi ve dünyayı tıkınma karnavalı, korkulu bir meraktayız.

 

Yeni bir ekonomi, yeni bir demokrasi, yeni bir demokratik ekonomi istiyoruz. Sadece Türkçe konuşanlar değil, insanlar bütün dillerde aynı şeyi istiyor. Dünyanın bütün makulleri birleşiyor; adalet ve eşitlik için okuyup yazmışlar, derelerinin önüne yatıp doğanın kimseye ait olamayacağını savunan köylü kadınlar, dağlarının karnını deştirmemek için nöbet tutan gençler, denizlerinin mezarlığa dönüşmemesi için devriye gezen insanlar… Biz, böyle büyük, karışık bir ekibiz.

 

Fakat bizim ‘yeter’imiz ne?

 

‘Daha çok’ denen canavarın dünyayı ve insanı ne hale getirdiği ortada ama mesele aza kanaat etmek de değil. “Kâfi” vardı eskiden, başkasının çayına şeker koyarken bir ses tatlı bir tonda söylerdi. O kâfi bugün ne kadar?

Amerikalı yazar Kurt Vonnegut, “Mutluluk, yeterli şeye sahip olduğun bilgisidir” demiş. Bizim “yeterli’miz” ne kadar, onu soruyorum.

 

Mutsuzluk, öfke ve onursuzlaştırılma ile ilgili bir “kâfi” var ve çok şükür onu pek iyi biliyoruz. Biz “Kâfi” dedikçe acı doldurmaya devam edilmesinin ne olduğunu iyice bellettiler, şükür. Fakat olumlu kâfi? “Hayatta bundan fazlasını arzu etmiyorum, peşinden de koşmuyorum” noktası? Yani doyum. “Daha fazla şekerli bir hayat iç bayar, lüzumu yok” diyebildiğimiz o an. Ne o?

 

Son zamana kadar bu sorunun gerekli olduğunu düşünmezdim. Hatta, itiraf edeyim, saçma da gelirdi. Fakat fark ettim ki beni korkutan bir şey var: yeter’den sonrası. Fark ettim ki yeter bana mutluluğu değil, ölümü çağrıştırıyor. Arzunun ve tutkunun bir yeni hedefe doğru seğirtmediği bir hayat, anladım ki aklımda tükenmişlikten başka bir şey canlandırmıyor. Ne fena. Tam da kapitalizmin en memnun kaldığı çocukları gibi! Sözünü ettiğimi elbette ne para ne de maddi bir zenginlik ama manevi doyumun yeteri üzerine düşünmek gerektiğini karar verdim. Belki de hayatın giderek kısalan yarısında olduğum içindir. Ama sanırım daha ziyade yeni bir ekonomi, yeni bir dünya, yeni bir insan hayal edebilmek için önce kâfi’nin ne olduğuna dair evrensel bir uzlaşmaya ihtiyacımız olduğunu düşündüğümden.

 

‘Yeterli’, ekonomide hesaplanan bir miktar, planlı ekonomide yaşadığınız sürece elbette. Ama kişisel olarak yeter, bir bilinç noktası. Hatta iradî bir karar. Kâfi, sistemin merkezinde duran doyumsuzluğa karşı aklımızla inşa ettiğimiz kalender bir direniş hattı. Çünkü: Sistem sanıldığı gibi haz ile ilerlemiyor. Sistem, doyum korkusuyla ayakta duruyor. Tıpkı benim gibi birçok insan doyumun ölümle eşdeğer korkunçlukta olduğuna inandığı için dönüyor çark. Koşmazsam düşerim, istemezsem ölürüm! Başarılı olduğuma inanırsam çalışmaya devam edemem!

 

Budist bir “tutkusuzluk” halini övecek halim yok. Kaldı ki o tür teolojik temelli alçakgönüllülükte de gizli bir kibir olduğunu düşünürüm. Fakat dünyanın makullerinin de bir felsefesi, seküler bir ahlaki cevabı olması gerekiyor bu “Yeterli nedir?” sorusuna.

 

Birkaç gün önce karar verdim; kendime ‘yeter noktası’ listesi yapacağım. Ne olursa yeter olacak, buna ‘karar vermeye’ karar verdim. Ve bir kaç gündür bu listeyi yapmıyorum! Çünkü fark ettim ki bu listeyi “ölmeden yapmam gerekenler” listesinden ayıran şey nedir, bulamadım. Ya da “yapmazsam çok pişman olacağım şeyler” listesinden farkı nedir? Görünüşe bakılırsa yeter konusu sandığımdan da korkunç benim için. Ve anladığım o ki yapılması gereken tek liste bu aslında.

Sizin listeniz nasıl olurdu? Yani eğer bu liste fikri size bana geldiği kadar ürkütücü gelmiyorsa.