Kitlesel Onur Cinayeti

“Peki demokrasilerimizi yükselen küresel otoriterleşmeye karşı nasıl koruyacağız?”

Soru bu. Dünyanın okumuş yazmış insanlarının temel meselesi de bu. Yıllar önce Türkiye’de biz nasıl ahlaki ve politik zemin altımızdan kayıyor gibi hissettiysek şimdi de onlar aynı şeyi hissediyorlar. Hatırlıyor musunuz ilk kez  “Bu ülke deliriyor, delirtiliyor galiba” dediğiniz günü, üzerinden ne çok zaman ve olay geçti. Şimdi Amerikalılar, Avrupalılar ve hatta Avusturalyalılar aynı soruyu soruyorlar kendilerine:

“Bize ne oluyor?”

Temsili demokrasinin 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük krizinden tutun da neo-liberalizmin son krizine kadar bir dizi nedeni var bunun. Sosyal medyanın politikayı ve ahlakı dönüştürmesi, Güney’den Kuzey’e büyük göç, dünya nüfusunun büyümesi, teknolojik devrimin yarattığı duygusal ve düşünsel tedirginlik… Çok ilginç zamanlarda yaşıyoruz ve derdimiz giderek ortaklaşıyor:

Bütün dünyada bize ne olup bittiğini sonsuz bir özgüvenle “açıklayanlar” sadece cahiller ve onlara liderlik eden güç saplantılı çılgınlar. Geri kalan herkes mütereddit bir şekilde bekliyor, anlamaya çalışıyor, korkmamaya gayret ediyor. Ve düşünüyorlar, acaba böyle bir zamanda sosyal adalet kavramından uzaklaştığı için sakatlanmış demokrasilerimizi nasıl koruyabiliriz? İtaatkar olmayanın yok edileceğini söyleyen güç takıntılı çılgın liderler farklı olanı, azınlık olanı yok etmeye karar vermeden önce onların söz hakkını, insan hakkını nasıl koruyabiliriz.

 

Demokrasi sözcüğü kimseyi eskisi kadar heyecanlandırmıyor. Demokrasilerini henüz bizim gibi tam anlamıyla kaybetmedikleri için başlarına gelebilecekleri bilmiyorlar. Bu yüzden düşünüyorum; hepimizi, bütün dünya insanlarını etrafında örgütleyebilecek ve despotlara karşı kullanılabilecek argüman nedir? 21. Yüzyılın sözü ne olabilir?

 

İbrahim Layık, genç bir havalimanı güvenlik görevlisiydi.  Geçtiğimiz ay Instagram hesabına girdi, ağlayan bir fotoğrafını koydu ve altına şöyle yazdı:

“Kürt olduğumuzdan dolayı hep dışlandık. Belki bu yaptığım şeyle değişir. Ne mutlu Kürt ve Türküm diyebilene. Hakkınızı helal edin.”

İbrahim intihar etti. Anlatılanlara göre aşık olduğu genç kadın onu “Ben Kürt biriyle birlikte olamam” diyerek terk etmişti.

 

“Buna intihar değil, onur cinayeti denir” diye düşündüm. Sadece İbrahim’i değil; New York’da bedava kahvaltı için bir kilisenin önünde saatlerce sıra bekleyen siyah adamları düşündüm; Çin’de “eğitim kampı” adı altında kapatıldıkları yerde rejime uygun vatandaşlar yapılana kadar marş söyletilen muhalifleri; Avrupa başkentlerinde göçmen bürolarında sürekli üstlerini başlarını düzelterek sıra bekleyen Afganistanlıları, Yemenlileri, Türkleri; Macaristan sınırından geçmeye çalışırken köpekler gibi avlanan Suriyelileri; milyonlarca insanı düşündüm. Kaçının umurunda olurdu acaba demokrasi sözcüğü? Ama onurun hepimizin kalbimize en yakın yerdeki hissini biliyorum, biliyorlar. Ve kırılınca insanların neler yapabileceğini.

 

İnsanlık 21. Yüzyılda insanlık onuru sözcüğü etrafında örgütlenecek eğer örgütlenebilirse. Çünkü zengini de fakiri de, dindarı da dinsizi de, siyahı sarısı ve beyazı da, hepsi biliyorlar bunun ne demek olduğunu. Yaşadığımız bu dünyanın adaletsiz olmasına katlanabilirler ve katlandılar yüzyıllardır. Ama onurlarının kırılmasına katlanamazlar.

 

Despotlar her yerde aynı şekilde örgütlüyorlar kalabalıkları: “Gururumuzu kırdılar. Gösterelim onlara neler yapabileceğimizi.”

Ama biz insanlara kırılan şeyin gururları değil, onurları olduğunu anlatmak zorundayız. Ve bu iki sözcük arasındaki fersah fersah farkı.