İnsana insan demek ne zor

Sağ olsun, Palermolular bana fahri hemşerilik verdi. Nedeni de üç aşağı beş yukarı ömrümüzü millet Mersin’e giderken tersine gitmeye hasretmiş olmamız. Ya da şöyle diyelim; birileri düşmanlaştırılırken, zalimliğin hedefi haline getirilirken insanın yanında yer alıp insanın hikayesini anlatmak. Aynı zamanda İtalya’nın eski Adalet Bakanı da olan Palermo Belediye Başkanı Leoluca Orlando çılgın bir adam. İtalyan hükümeti “Bırakın mülteciler, göçmenler denizde boğulsun” derken o Palermo şehrinin lideri olarak “Yok öyle dava, insana insan gibi davranılır” deyip gelen gemileri geri çevirmeyi reddediyor. Üstelik başka ülkelerdeki gibi insanları büyük bir yere istif balığı gibi dizmek de yok. Gelenler küçük gruplara ayrılıp yerleştiriliyor ve Palermolularla iletişimde olmaları sağlanıyor. Bu yüzden Palermo’da sokakta dolaşınca bütün dünyayı gezmiş gibi oluyorsunuz, bilhassa Afrika ve Suriye’yi. Hemşehrisi olmaktan mutlu oldum velhasıl. (Bir anahtar filan verirler diye bekliyordum da vermediler anahtar, bir tek ona canım sıkıldı. Hatta şakasını da yapacaktım “Doğru anahtar mı?” diye. Yapamadık o zevzekliği hasılı.) Ama yine de bu şehrin sanal bir parçası olmak güzel, çünkü geçtiğimiz aylarda bir konuşma için gittiğim  İsviçre’nin Bern şehrindenin tam zıddı.

 

Bern, güzelliğiyle dillere destan bir şehir. Güzellik deyince de işte dağlar, dereler… Kartpostal gibi bir şehir ve bu yüzden olmalı insanlar da kartpostal insanlarına benziyor. Herkes sarışın, herkes temiz pak giyinmiş, herkes gülümsüyor. Birkaç gün geçtikten sonra sordum, “Mülteciler nerede?” (Çünkü, evet dert peşindeyim.) Meğer mültecileri şehrin çok uzağında bir kampa yerleştirmişler ve akşam 7’den sonra kamptan çıkmalarına yasak getirilmiş. Şehirde yaşayanların insanların da kamptakilerle iletişim kurmasını neredeyse imkansız. Bir şehri kartpostal gibi “temiz” tutmanın bedeli bu çünkü, “pis” şeyleri saklamak, “kötü” şeyleri gözden ırak bir yere depolamak. Palermo’da ise dünyanın bütün kederi sokaklarda dolaşıyor, dünyanın bütün renkleriyle birlikte.  Bazılarına göre “hiç Avrupa gibi değil” yani.

 

Bugünlerde İngiltere Avrupa’dan ayrılmaya çalışıyor canla başla. Avrupa Birliği de mültecilerle ilgili yeni çözümler arıyor ya da arıyormuş gibi yapıyor. Son icatları “Avrupalı Hayat Biçimi”. Avrupa’nın en yetkili ağızları böyle bir şey tanımlayacaklarını ve bunu koruyacaklarını söyledi. Allah selamet versin.

 

Palermo’daki bir müzeyi gezerken aklıma bu “Avrupalı Hayat Biçimi” meselesi geldi. Avrupa’nın ilk yazılı anlaşmasını gördüm müzede. İki dilde yazılmış, Yunanca ve Arapça. Kaç Avrupalı biliyor bunu acaba? Bern’de gülümseyerek dağlara çıkan, komple şortlu ve sarışın ailelerden kaçı?

 

“Avrupa neresi?” meselesi çok uzun mesele. Ama benim için en aydınlatıcı kaynak, yeni arkadaşım, Fransız yazar Mathias Enard’ın “Pusula” romanı oldu. Muhakkak okuyun. Hele ki bugünlerde Avrupa’ya yolunuz düşecekse çok havanız olur. Avrupa’nın nasıl sadece bir tahayyül olduğunu anlayabilir ve onlara anlatabilirsiniz.

Enard kitapta Batı imgesinin Doğu’yu, Doğu imgesinin nasıl Batı’yı doğurduğunu anlatıyor. Müzede gördüğüm belgenin fotoğrafını çektim, ona göndermek için. Ama zaten romanda buna benzer çok bilgi var, Avrupa’nın o kadar da Avrupalı olmadığını anlatan.

 

Bunları söylerken üç yıl önce Karlsruhe’de katıldığım bir akademik toplantı geldi aklıma. Mühimlerin en mühimi bir profesörün alkışlarla karşılanan konuşması şöyle bitiyordu:

“Hiç anlamıyorum neden bir ada kiralayıp bütün mültecileri oraya koymuyoruz!”

Cevap konuşmasında o kadar sinirlendim ki sesim içime kaçtı. İnsana insan demekte bu kadar zorlanılması beni her zaman nefessiz bırakmıştır. Hem Avrupa’da hem Asya’da.

 

Bunları söyledikten sonra, şimdi konuya gelelim. İnsana insan demek sınırlar kanla çizilirken o kadar kolay olmayabilir. Hatta bazen sadece insana insan dediğiniz için başınız belaya girebilir. Oysa bu insanoğlunun en son savunma hattıdır. Bu savunma hattı parçalandıktan sonra geriye ne savunulacak bir şey kalır ne de kaybedilecek bir şey.

 

Bugünlerde yine ve pek çok kez olduğu gibi güzel Türkçemizde bazı insanlara insan demek yasak. Bu, resmi bir yasak değil ama dayak da yiyebilirsiniz yani. Hatta başınıza daha fena şeyler de gelebilir.

 

Şunu hatırlayın. Millet Mersin’e giderken tersine gidenler yalnız değildir. Biz, insanlık tarihi boyunca uzanan bir zincirin halkalarıyız. Çok kırılmış olabiliriz ama doğmaktan vazgeçmiş değiliz. Böyle düşünün işte. Lütfen.