
Gürültüde… Toprak, su, hava, kadınlar
Bak, olay şu: Dişi olan her şeyi öldürmeye çalışıyorlar.
Dünyayı ve kadınları; tohumları ve dereleri; denizleri ve toprağı. Köylü kadınları boşuna yerlerde sürükleyerek dövmüyorlar; ellerinde kalan son bereketli toprakları alıp onlardan para yapacaklar. Her şeyden para yapmaya çalışıyorlar deli gibi. Doğurgan olan her şeye beton döküyorlar. Beton paranın yetişebildiği tek yeryüzü şekli çünkü, başka da hiçbir şey vermiyor. Çok paraları olacak sonunda ve biz bir tohumun, kendiliğinden olan, gerçek bir tohumun neye benzediğini bile hatırlayamayacağız. Bize toprağı ve dereyi, denizi ve tohumu unutturacaklar.
Tohumları korumalıyız. Çeyiz sandıklarından saklanan, nineden toruna geçen, geçe geçe dünyayı sürdüren tohumu. Tohum meselesi önemli. Sonunda bozulmamış, oynanmamış bir tohum dileneceğiz çünkü, tek bir tohum, yeniden kurabilmek için dünyayı.
Deniz meselesi önemli. Akdeniz meselesi hele! Bir sıvı mezarlık büyüyor orada zaten, Afrika’nın insanları yaşamaya çalışırken Akdeniz’de boğuluyor. Nasıl yüzmeye gidiyoruz oraya, ‘tatile’, aklım almıyor bazen. Denizin hayatı da kuruyor ve şimdi ya denizin dibini deşe deşe ya da savaş gemileriyle ölüm sala sala Akdeniz’i, yerkürenin en ihtiyar ve fakat en nazenin kızını da öldürmeye çalışıyorlar. Çünkü para, çünkü daha çok para. Onlar para birikintilerinde yüzecek, biz denizi unutacağız. Deniz için kavga etmeli, bu işe bir çare bulmalı.
Dereleri öldürdükçe öldürüyorlar. Doymayıp yeniden öldürüyorlar sonra. Dereler örgütlenip çamur yığıyorlar cevaben, ve fakat kulaklarını tıkayıp yeniden mevzileniyorlar derelere karşı. Karadeniz’in yaylaları daha size ne desin! Daha nasıl bağırsın bir dere, ne kadar daha kaldırıp bütün kollarını bir nehir “İllallah!” desin!
Dağların karınlarını deşiyorlar. Bütün dağların karnı delik. Dağlar hep yoksulların üzerine yıkılıyor sonunda, ötekiler paralarını alıp gidiyorlar. Allah’ın işi net’cede! Dağları korumak mecburiyetindeyiz. Gürültüye gidiyor koca dağlar. Dağlar dişi çünkü, hayatı doğuruyorlar durmadan. Ceylanları, karacaları ve para için ölüm pazarına çıkardıkları bütün o eşsiz canlıları doğuruyorlar. Siz ne pismişsiniz hakikaten. Bir karacayı niçin öldürür insan!
Bak kadınları öldürüyorlar. Öldürecekler, mecbur. Çünkü betondan, paradan ve cahillikten bir dünya ancak kadınlar dize gelirse kurulur. Döve döve, vura vura. Korkmadı mı? Sinmedi mi? Öyleyse daha çok. Ne kadar örtsen kendini, ne kadar saklansan, işe yaramaz. Sen de ceylan gibi, karaca misali, çıkarılmışsın artık ölüm pazarına. Tohum gibisin, dağ ve dere gibi, deniz ve göl gibi.
Dişi olan her şey birleşmeli. Kadın, dişi olan her şey ile dayanışıp, ondan güç alıp ona güç vermeli. Tohum için, nehir için, kadın için, dağ için ne kadar ses varsa aynı şeyi bağırmalı: Öldüremezsiniz! Ölmeyeceğiz.
Sudanlı kadınlara bakıyorum şimdi. Silkeleyip atıyorlar ölüm getiren her şeyi. Bağırıyorlar: “Kadının yeri evi değil. Kadının yeri al-thawra!”
Başkent Ankara’ya bir toz bulutu yaklaşıyor. Polatlı’dan doğru kana kana kusuyor gök kendini. Olacak bunlar, daha neler olacak. Çünkü dişi olan her şey, insan olan her şeye yalvarıyor. Toz bile konuşuyor duyulmadıkça havanın diğer dilleri.
Bak, bir şeyler olacak, yazıyorum buraya. Dişi olan her şey örgütlenecek. Olsun diye yazıyorum. Olmazsa çünkü çocuklarımız beton yiyecek. Beton ruhlular hepimizi ve gelecekteki çocuklarımızı öldürecek. Kupkuru bir erkeklik olacak hep buralar.
Bak, olay şu: Kendimizi ve dünyayı korumak zorundayız.