Gürültüde Temassızlık

Görünüşe bakılırsa insanlık tarihi bütün sürprizleri biriktirip bizim kuşağa sakladı. Bir hafta birkaç delinin 3. Dünya Savaşı’nı başlatmasının eşiğine geliyoruz, öbür hafta göremediğimiz bir düşmana karşı maske takıyoruz, ameliyat eldiveni giyiyoruz.  Hepimiz biliyoruz ki son derece medeni insanların bile vahşileşmesi bir buhrana bakar. Biz buhranları üçer beşer yaşıyoruz. O kadar ki beteri görür görmez beterin beterini beklemeye başlıyoruz. Korona virüsüyle eşzamanlı olarak bir çekirge istilası çıkınca hemen herkes aynı espriyi yapıyor; “E herhalde artık bir göktaşı dünyaya çarpar ve sonra İstiklal Marşı-Kapanış.” Bunu demeye kalmıyor hakikaten bir göktaşı haberi geliyor. Şu kısacık ömrümüze bir kabuslar panayırı sığdı, şükür.

 

Fakat hesap edemediğimiz ve hazırlığı da mümkün olmayan tek şey şuydu: Dokunmak yasak, yan yana olmak yasak. Temas yasak ve biz bu tür bir yalnızlığa hazır değiliz. Biz belaları beraber, omuz omuza atlatma bölümünü çalışmıştık sadece. Dayanışmayı yeniden icat etmeyi gerektiren saha koşullarında nasıl top oynayacağımızı pek bilmiyoruz. Ve sanırım Korona hayatımızdan defolup gitse bile dayanışmayı yeniden icat etme zorunluluğu, sorumluluğu bir mesele olarak kalacak.

 

Zenginle fakirin, şanslı ile şansızın ve güçlü ile güçsüzün kesin sınırlarla ayrılmaya çalışıldığı bir dünya kuruldu. Benim gibiler için bu sınırlar fakirin, şansızın ve güçsüzün dayanışmasıyla yıkılacaktı. Bu sınırların anlamsızlığının ve adaletsizliğinin fakirin bir hapşırığıyla ortadan kalkacağını hiç tahmin edemezdik. İnsanlık tarihinin bir şakası gibi. Elbette zengin ve güçlü kendini korumak konusunda hala ayrıcalıklı. Ama virüsü zapt etmek yoksul mültecilere biber gazı sıkmaya benzemiyor. Virüs, o tür ‘artizliklere’ dayanıklı. Yani Ronaldo korunmak için kendine ada almış olabilir, harika. Fakat o adada bulaşıkları çamaşırları kendisinin yıkayacağını sanmam. Bunları yapacak yoksullardan biri şöyle ortalık yerde bir hapşırdı mı, geçmiş olsun.

 

 

Dünya, sadece kar amaçlı bir kurulum olma yolunda son rötuşlarını yaparken ve devletten bireye kadar her yapı bir şirket gibi davranmak zorunda bırakılırken, virüs hatırlatıverdi: “Yok öyle bi’ hayat!”

Hepimiz hepimize mecburuz. En küçük çaplı dayanışma olan çorba kaynatıp götürmekten, bulunması beklenen Korona virüsünün aşısının alınıp satılacak bir mal olmaması için seslerimizi birleştirmeye kadar. Ya paylaşacağız ya öleceğiz. Bu kadar basit. Bana öyle geliyor ki bugünleri yıllar sonra hatırlayıp şöyle diyeceğiz, “Dünyadaki ekonomik ve politik sistem o günlerde değişmeye başlamıştı.” Ve sonraki kuşaklar bunca zaman “her koyun kendi bacağından asılır” adlı bir sisteme inandığımız ya da adam akıllı isyan etmediğimiz için bizi şaşırarak, ayıplayarak, en iyi ihtimalle alay ederek hatırlayacaklar. “Bak bak” diyecekler, tarih kitaplarını göstererek, “Hep birlikte ölmek üzereyken bile hepsini öldürecek hastalığın ilacını birbirlerine satmaya çalışmışlar. Dört başı mamur delilik!”

 

En azından önümüzdeki on yıllarda doğacak çocuklara rezil olmamak için, “Korona’ya aşı bulunurken biz de şöyle bir dayanışma yöntemi icat etmiştik” diyebilmemiz gerek. İtalyanların yaptığı gibi balkonlardan balkonlara şarkı söylemek işin daha ilk adımı. Dünyanın başına gelecekleri bu kadar net görebiliyorken daha yüksek sesle söyleyebilmeliyiz, “Bu böyle gitmez.” Çünkü Korona belası sayesinde ilk kendimize sonsuz bir güven ile söyleyebiliriz ki akıl, bilim ve sağduyu ile yönetilmeyi hak ediyoruz. Çünkü diğer seçenek ölüm. Bu kadar da net.