Gürültüde Hayvanlar

Bir kadından söz etmişlerdi, çocuğu olmamış hiç, çok istemiş halbuki. Geceleri sokağa çıkıp yavru kedileri bulurmuş. Herkes uyurken kedileri emzirmeye çalışırmış. Memelerine süt süre süre, sabaha kadar, herkes uyanıp da olup biteni görmeden önce.

 

“İşte öyle çok severdi kedileri” diyecektir kimileri, “Ölmekten böyle kurtarıyordu yavruları.” Kimileri de tuhaf yahut acıklı bulacaktır bunu, “Ne acıklı şey” diyenler de çıkacaktır. Henüz sevilmekle sevmenin ne karmaşık bir denklem olduğunu tecrübe etmemiş kadar genç olanlarımız, “İğrenç” diye dudak bükecektir belki. Elbette soracaktır bazıları, “Kim kimi kurtarıyordu o gecelerde?”

 

Gürültü artık devri daim motoru, benzinsiz de çalışıyor, bensiz de, sensiz. Kendi çalıp kendi oynuyor gürültü, susturulanlarla susanlar arasında kalmamış gibi görünüyor bir fark. Çünkü bağırsan da aşmıyor duvarları ünlem işareti.

 

Seslerimizden daha yüksek yaptılar sarayların duvarlarını.

 

Bize kalan şimdi en berbat kuralı: Artık herkes gücü yettiğine. Tek  tük duyuluyor boş mermi kovanlarının çınlayışı belki, ama zaten artık ateş etmeden de vuruyorlar insanları. Kovan çınlamıyorsa kim öldürüyor bir gece evinin oturma odasında, bir sabah iş yerinde, bir akşam otobüste kendi içine doğru yığılan bütün bu insanları?

 

Yitip gidiveriyor insanlar gürültüde. Susmaya karar vermenin bir sesi olsa bu gürültüyü bastırırdı. İşte o kadar çok insan susmaya karar verdi sonunda. Hukuk yok bu ormanda artık, herkes gücünün yettiğine.

 

Kedi yavrularına yetiyor insanın gücü, köpek yavrularına. Güçle ne yaptıkları başka mesele. Ya kurtarıyorlar “zavallıları” ya büküp büküp bırakıyorlar gürültünün içine. İçimizden birileri fotoğraflarını çekiyor “inanılmaz dehşetin”, başkası filme alıyor olup biteni. Sonra ortaya bırakılıyor bu görüntüler. Merhametliler arasında bir mektuplaşma gibi. Gücünün yettiğini yıkan değil, gücü yettiğince yardım edenlerin birbirlerine karışıyor ricaları, yalvarması, isyanı ve biri en sonunda söylüyor, “Ne olur bir ev bulalım ona.” Bir kedi ekrandan bize bakıyor, bir köpek yavrusu ya da.

 

Şu kadarcık gücüyle döne döne kedi fotoğrafı paylaşıyor insanlar, birbirlerine köpekleri gösteriyorlar. Mamalar taşınıyor, kum torbaları. Veterinerler arasında gidip geliyor kadınlar ve adamlar. Bir çare arıyorlar çoğalmakta olan merhametsizliğe. “Bak” diyorlar sonra hepimize, “Utanmalıyız.”

 

Birileri –hep böyle oluyor bu, hep aynı şekilde, “O kadar insan ölürken” diyor, “Nasıl olup da kediler ve köpekler olur meselemiz! Önce insanlara yardım etmeliyiz.” Öte yandan kimsenin gücü yetmiyor kimseye… yardım etmeye. Güçsüzlüğümüzün albümü gibi kedi ve köpek fotoğrafları çoğalıyor ekranda. “Ev buldu” diye müjdeliyor biri. Seviniyoruz demek iyi bir şey oldu gürültüde. Çünkü hatırlıyoruz: “İneklerin kesilmesini izleyip, ‘Ama orası mezbaha’ dendiğinde başladı Auschwitz” demişti Adorno.

 

Gürültü, her şeyi yasakladı. Acımayı, merhamet etmeyi, kardeşliği, dayanışmayı, sevmeyi. Artık yasak bazı insanları insandan saymak, bıraktım onları kardeşçe sevmeyi. Aşktan –elbette en bayağı olanından- bahsetmek yasak değil bir tek ve bir de kedilere merhamet etmemize izin veriyorlar hala, köpeklere. Ama fazla da abartmadan elbette!  Bütün merhametimiz, bütün sevgimiz, insan yanımızda acıyan ne varsa yığıyoruz biz de kedilerin köpeklerin üzerine. İnsana yakışan şekilde yaşamak için biriktirdiğimiz ne duygumuz varsa yüklüyoruz kedilerin ve köpeklerin sırtına. Çünkü insan sevmek zorundadır öyle ya da böyle.

 

Bunları anlatacağız yıllar sonra çocuklarımıza. “İnsan kalabilmek için kedilere bakıyorduk” diyeceğiz, “Köpekleri kurtarıyorduk.” Onlar da soracak bize “Peki kurtuldunuz mu sonunda?”