Gürültüde Dik Durmak

Otobüste bir kadın dimdik duruyor. Bir şehir üstüne abanıyor, sabah akşam. Bir ülke ablukaya alıyor onu. Hayat bir kere teşekkür etmeden her şeyini alıyor gece gündüz ama otobüste bir kadın dimdik duruyor. Çünkü canı öyle istiyor. Çünkü sonuna kadar. Çünkü “Ya herro ya merro”!

 

Hapishanede bir adam kapanmış bir formika masaya, omurgası bir soru işareti biçiminde, yazıyor. “Sıraya gir, dik dur” diyorlar ona, şöyle bir bakıyor dalgın, gülümsemek gibi bir şey yapıyor. Aldırmıyor. “Seher”e bakıyor. Gün aydınlanıyor yine, “Ne garip” diye düşünüyor. Hapishanede bir adam kendi gövdesinin biçimi alıyor, öteki bütün biçimlerin canı cehenneme!

 

Bir hastane odasında bir kadının gövdesi küçüldükçe küçülüyor ama dümdüz duruyor yatakta. Ne büzüşüyor, ne eğiliyor. Midesi kalmayana kadar aç kalmış genç bir kadın bu. Yüzünden geriye bir tek kocaman bir gülümseme kalmış, dev bir gibi bir gülümseme bu. Gülümsüyor çünkü haklı. Çünkü kaybetmek yok, onurlu insanlar kaybetmez, onun için gülümsüyor. Üç günlük dünya diyor, “avuç açmaya değmez.”

 

Hücrede tek başına bir adam, çok uzun boylu, kıvırcık saçlı, mavi gözlü. İyi bir adam bu, çok iyi bir adam, her seferinde inadına. Güzel karısını düşünüyor, arkadaşlarını, lastik ayakkabıyla kitap istiyor avukatlardan. Dimdik duruyor orada, başı herkesten yukarıda. Çünkü bu sevimsiz sirk değmez öfkelenmeye bile. Düşünüyor hücrede tek başına. Kendini değil, ülkeyi. Neden dip kapalıya atıldığını düşünmüyor bu adam, hepimizin neden dip kapalıda yaşadığımızı düşünüyor. Çünkü kendinden büyüktür insan. Canları sağ olsun diyor, daha büyük bir söz var mı!

 

Genç bir öğretmen dimdik duruyor, kucağında mahpus bir bebek. “Çocuklar ölmesin” demişti bir zaman. Bak o da zarifçe dimdik duruyor orada. Hiç altını çizmeden, kimse görmeden. “Vazgeçtim, çocuklar ölsün” mü desin! Lafının arkasında duruyor, lafının ve parmaklıkların arkasında duruyor. Esmer bir kuğu gibi süzülüyor zamanın üzerinde, suyun yüzeyinde yüzüşünün izlerinden bir şiir çiziliyor.

 

Köle bir çocuk, ayakkabı tezgahının başında, yüzlercesi ile birlikte uykuya direniyor bu sabah. Savaştan kaçıp gelmiş ve günde bir ekmek için uykuya direniyor. Açıyor gözünü bir anda, dik duruyor. Çünkü bugünler geçecek. Bir abi gelecek, bir abla, alıp onu buradan götürecek, okula götürecek, parka hatta. Onlar geldiğinde uyanık olmalı. Beklemekten başka çare yok, dik duruyor o sebeple. Duruyor işte, bir çocuk ne kadar durabilirse.

 

Yeraltına inmiş kocaman elli adamlar. Orada kalacaklar, çünkü ekmek, çünkü hak, çünkü eşitlik. Orada duruyorlar. Dik duruyorlar, eğilmiyorlar, çünkü henüz hakkıyla yazılmamış kömür tarihi onlardan yana, kazanacaklar. Kaybederlerse omurgalarını kaybedecekleri için kazanacaklar. Yeraltında bir madende durulabilecek kadar dik duruyorlar.

 

Bir kız çocuğu pencerenin kenarında duruyor. Okula gitmeyecek bugün, bugün okula gitmediği ilk gün. Nasıl da istiyor! Oysa birazdan kahvaltı bulaşıklarını yıkayacak bir taburenin üzerine çıkıp. Gidip eski defterlerini buluyor dolaptan, saklamış. Baştan ezber ediyor dersini, sanki okula gidecekmiş gibi. Her gün yeni baştan bütün dünyaya karşı. Gazete parçalarını okuyor şimdi, tabelaları. Hızlı okuyamazsa kendine kızıyor. Aklına koyuyor günü gelince o okulu bitirmeyi.

 

Bu yazıyı bir otobüs durağında genç bir adam okuyor. Kapanmış dergi sayfasına, yağmur yağıyor. Yoldan insanlar geçiyor, otobüslerin camları mağlup uykularla buğulanıyor. Bir yerlere koşuyorlar insanlar, gidecekleri yere varsalar hepten kurtulacaklarmış gibi koşuyorlar, sanki bir daha yağmurda ıslanmayacaklarmış gibi. Otobüs durağındaki genç adam biliyor ki öyle olmayacak. Bir sürü daha berbat şey olacak, bir araba daha rezillik. Eve gidecek ama o, çay yapacak, kahve koyacak. Sonra bir kitap açıp okumaya yeniden başlayacak, düşündüğü için notlar almaya. Televizyondan irin akacak dakika başı, haberler akacak. Doğrulacak genç adam kitabın başından, ekrana bakacak, sırtını dikleştirecek ve diyecek ki “Hepsi bu kadar değil. Biz de varız ve dik duruyoruz evvelallah!”