
Gürültüde Cüret Etmek
Gürültüde bozulmaya başladığını duymadığımız bir makine dil. Bizim dilimiz şimdi yanlış çalışan bir makine. “Örgüt” sözcüğünü atıyorsun içine, “yasadışı” sıfatını çıkarıyor. “Cüretkar” sözcüğü koyuyorsun içine, “poz” sözcüğünü fırlatıyor. Cüretkar olan ancak poz olabilirmiş gibi. Türkçede pozdan başka bir şeye cüret edemezmişiz gibi. Cüret edersek bu ancak poz olabilirmiş, gerçek olamazmış gibi. Oysa yazmalılardı okullarımızın duvarlarına:
“Cüret ediniz! Korkmayınız, cüret ediniz!”
Cüret, terbiyesiz şey. Bizim yanlış eğitimli kulaklarımıza öyle geliyor sesi. Cüret, hemen eteklerimizi, öte berimizi toplayıp, düğmelerimizi ilikleyip yanından kaçmamız, yan yana bile görünmememiz gereken şey. Cüret, uzaktan parmakla gösterip aramızda dedikodusunu yaptığımız bir şey. Böylesi daha güvenli, böylesi bize huzur veriyor. Biz buradayız; cüret eden orada, uzakta. Biz yan yanayız, birbirimize benziyoruz, bunda huzur buluyoruz; cüret eden anlaşılmamış bir şaka gibi havada asılı. Onu orada bırakalım da görsün gününü. Hayat onu cezalandıracak nasılsa, nasıl da eminiz.
Cüret ediniz, çünkü düşünmeye, söylemeye, yaratmaya, sevmeye, yaşamaya da cüret edilir. Kimse gibi olmamaya cüret edilir. Ancak böyle genişler hayatın sınırı, sınır diye bize gösterdikleri o çizgi.
Ve şöyle düşünmek gerekir:
Ya hayat cüret edenlere bir ceza vermiyorsa? Böyle bir ilahi mahalle adaleti yoksa ya? Adalet bizim mahallemizden ibaret değilse?
Cüret etmenin cezası iki tane. Birincisi yalnız yürümek. Ne var ki bunda! Yürüdükçe öğreniyor insan. Nerede yazmıştım acaba? “Hayat bir düşmek kalkmak bilgisidir.” Yalnız da yürüsen, beraber de.
İkincisi ve daha önemlisi “Yapabilirim” diye ortaya atılıp sıradan, sürüden ayrıldığın ne varsa onu iyi yapmak mecburiyetidir. Bu daha zor. Ama “Yapabilir miyim?” diye düşünmekle olacak iş değil. O korkunç sorudur, cevabı da yoktur. Yapmaya başlamaya cüret et önce. Sonra da elinde bir kırbaç, kendi sırtını kırbaçlaya kırbaçlaya yürü, devam et. Çünkü bir kere sıradan ayrılınca geri dönebilecek bir yer yok. Artık cüret ettiğini yapmaktan başka gidecek yolun da yok. Ceza ise bak işte, bundan kork. Ama gülümseyerek kork. Ağzına bir alaycı gülümseme as, öyle kork. “Ne yapaydım?” de kendi kendine, “Sırada, sürüde mi kalaydım!” Soru işaretiyle bitmez bu cümle, onu da bil. Cümle, o alaycı, kırık gülümseme ile biter ve sonra bir kırbaç daha!
Sonra cüret eden bir yoldaş bul kendine. Bunu yapmazsan o kırbaç seni öldürür. Arkadaşlar kendini cezalandırdığın kırbacı bazen elinden alıp sonra da oturup yaralara beraber bakıp gülmek için değil midir! Kimse kimseyi iyileştirmez, sadece beraber gülmek diye bir şifa vardır.
Okuyana bir ders değil bu cümleler, aksine, yazanın kendisine.
Gürültü o kadar büyük ki, gürültü bu özensizlikler karnavalını o kadar çıldırttı ki, cüret edenler şimdi daha yalnız. Fakat kimsenin umurunda olmamanın harika bir yanı var. Kendinden başka kimseye anlatmak zorunda değilsin artık neyi niye yaptığını. Dünyanın en iyi foxtrot dansçısı mı olacaksın? Ol. Kimse bakmıyor nasılsa. Gidip palyaço okuluna mı yazılacaksın? Yazıl. Kimse izlemiyor nasılsa. Dünyanın en iyi romanını mı yazacaksın? Yaz. Kimse okumuyor nasılsa. Tuzdan heykeller mi yapacaksın? Yap. Gürültü sel olmuş her şeyi eritiyor nasılsa. Çok iyi, en iyi insan mı olacaksın? Ol. Sen göstermek için çılgınca çaba harcamadıkça kimse ilgilenmiyor nasılsa. Görünmez adamların, görünmez kadınların gücüne sahibiz hepimiz. Harika!
Bir tek cüretin pozunu verme. O poz berbat bir poz. Bir tek ona cüret etme. O yalnızlıkların en düşkünü.
Yazmalılar okullarımıza altın harflerle:
Pozunu boş veriniz! İçtenlikle cüret ediniz!