Gürültüde Çocukluk Etmek

Birine çocukluk ediyorsunuz tabii. Çıraklık etmek gibi, öğretmenlik etmek gibi. Mesleğiniz o ailenin çocuğu olmak, o adamın, o kadının. Onu yapma-bunu yap, öpücük, uyku, bağırış, ninni, ter bezi, “sen bebekken” hikayeleri dinleme, vitaminler ve durmadan büyüme mecburiyeti… Gün ve gece işiniz var:

Çocukluk ediyorsunuz hem de sırf bir kaç hediye ve karın tokluğuna.

 

***

 

Manhattan o kadar gürültülü ki belki de gürültü orada doğup bütün dünyaya yayılıyor. Orada çok lüks bir ev. Büyük bir ev bu. Bir piyano var salonda. Dokuz yaşında bir oğlan çocuğu, sarışın, taburesinde oturuyor, müzik yapıyor ama ayakları değmiyor yere. Arkasında da kemanı var, daha onu da çalışacak bu gece. Sonra Mandarin ders notlarına bakacak, sonra İtalyanca. En son yatmadan tam on dakika önce “refleks matematik” ödevini yapacak Ipad’inde. Sabah kalkıp New York’un en iyi okullarından birine gidecek ve dün gece “eve gelen yazar” rolündeki benimle yaptığı “Irkçı olmakla ırk hakkında konuşmak arasındaki fark nedir?” röportajını okuyacak sınıfta. Profesyonel bir çocuk bu çocuk; sadece Pazar günü 9 ila 12 arasında bir oyun “randevusu” var, yetişmeye çalışacak. Bir kaç gün geçirdim New York’da bu çocukla. Sonunda bir hediye almaya karar verdim ona, Enyd Blyton “Gizli Yediler” maceralarından birini aldım ona. O da bana bir sakız verdi karşılığında. Oturdu yanıma, Şostakoviç çalıyordu salonda. O kitaba bakarken ben de balon yapıp patlatıyordum ağzımda. Kocaman gözleri açıldı ağzımın içinden çıkan sese:

“Ne yapıyorsun öyle?”

“Balon.”

“Nasıl?”

“Ne demek nasıl?”

“Balonu nasıl yapıyorsun? Anlatsana.”

Şaka yapıyor sandım önce ama profesyonel bir çocuk bu, şakaya çok yer yok sıkışık ajandasında. Ve böylece on beş dakika anlattım ona nasıl balon yapıldığını. Gündemine aldı, yarın okul çıkışı çalışacak eğer vakit bulursa. Gürültüde duyabilecek mi acaba ağzının içinde çıkan “pot pot pot” sesi?

 

***

 

Leyloş dünyada yaklaşık dört yıldır bulunuyor ama İspanyolca, Türkçe ve Amerika’da yaşadığı için İngilizce biliyor, hepsini de ağzında şeker varmış gibi konuşuyor. Annesi Ortaçağ telli çalgılar uzmanı, Kolombiyalı babası antropolog ve her iki ülkeyi de dünya haritasında gösterirken “anneanne” ve “babaanneyi” düşünüyor. Annesi Chopin çalarken piyanoda bana bir sabah, “Anne daha çok çal” deyip resimli kitabını alıp koltuğa kuruluyor, onun da keyfi bu, muhtemelen her çocuk Chopin’le büyüyor sanıyor. Şokellalı ekmek yer gibi Mozart döneminden kalan bir piyanoda annesini dinliyor. Prenses şeylerini değil, Leyloş hayal kurmayı seviyor. Onunla odasında oturup arabaya binip İstanbul’daki anneannesini görmeye gidiyoruz, yolumuza geyikler, tavşanlar, kurtlar çıkıyor, hepsini alıyoruz arabaya. “Yazık çünkü” ve “Kalmasınlar soğukta.”

Yemeğini yememiş Leyloş, annesi “Yememişsin, hadi yiyelim” dediğinde de “Yazık mı bana anne? Çok mu yazık?” diye soruyor. Leyloş gürültünün içinde kendini bir masal kahramanı sanıyor, soğukta kalmasın, üşümesin, yazık ona.

 

***

Washington’da ikamet eden Lulu iki yaşında. Adını muhtemelen gerçekten Lulu sanıyor. Babasının közlediği kestaneleri yarım yarım yiyoruz onla. En son boş kabukları araştırıyor ve bir tane bulup bana uzatıyor. Ne bulsa yiyor Lulu ve sonra tabii ki karnabaharı yemiyor. Resimli bir kitap aldım ona, kahramanları sayfalara kendin yerleştiriyorsun. Köpeği illa gölün içine koymak istiyor, yüzecek köpek. Kocaman ağaçların arasında büyüyor, muhtemelen herkesin arka bahçesinde dev çınar ağaçlarından bir orman var sanıyor, sincaplar ve turuncu kuşlar. Başka bir ülkede olduğunu bilmiyor ve bu evin kapısından çıkınca başka bir dil konuşulacağını. Türkçeyi belki kendi ailesinin dili sanacak ilk duyduğunda İngilizceyi, başka aileler başka diller konuşuyor sanacak. Belki sadece gürültü gibi gelecek küçük kulağına.

 

***

Kötü kokmak için bir fiil var İngilizce’de. Max Ali, kendisi bu gezegende bana “hala” diyen iki kişiden biri, onun Türkçesini soruyor aniden, bir hikaye anlatırken bana. “Kötü kokmak” diyorum. Aklıma Borges’in “Sözlükler, iki dilin birbirinin tam olarak eşiti olduğuna dair henüz kanıtlanmamış bir teori üzerinde durur” sözü geliyor. Gürültüde geçiyor o an. Kafasında giderek büyüyen bir sözlükle büyüyor Max Ali ve Can Luka, Atlanta’da.

 

*Devir/Dilsiz Kuğular zamanı için çıktığım ABD kitap turunda her gittiğim yerde çocuklarlaydım. Çocuk turu gibiydi. Politika ve edebiyat konuştuğum kadar, belki daha fazla, çocuklarla oynadım. Amerika’da bana ev sahipliği yapan bütün çocuklara sonsuz teşekkürlerimle.