Gürültüde Başka Şeyler Konuşalım

Ben gizli delileri severim, enteresan görünme lüksü olmayanları ve kendini arızasını ortalık yerde yaşayacak kadar şımartmayanları. On yıl önce Hırvatistan’ın Split şehrinde böyle bir Bosnalı kadınla tanışmıştım. Ben yaşlardaydı, güzeldi, ciddi ve akıllıydı. Tanışmamızın üzerinden haftalar geçtikten sonra bir gece içerken anlatmıştı ilk gençliğini çalan Bosna Savaşı yıllarını. Bir çok şeyi ve en çok savaş başladığı zamanlarda insanın evde saklanmaktan nasıl yıldığını. “Keskin nişancıların nerede olduğunu tam olarak hiç bilemezsin ve aylarca görünmeyen bir düşmandan saklanırsın” demişti. Hırvatistan’ın milli içkisi Pelinkovac ile yeterince rahatlamış olacak ki gözleri denize dalarak, “On altı yaşıma basarken savaş sürüyordu” diye anlatmaya başlamış, şöyle devam etmişti:

“Evden çıkmayalı haftalar, belki de aylar geçmişti. Doğum günümdü. Kendi kendime karar verdim. Evdekilerden birine söylemeye kalksam kıyamet kopardı zaten. O sabah kalktım. Sakince giyindim ve dışarı çıktım. Sanki savaş yokmuş gibi bir gün yaşamaya karar verdim. Kendi kendime normal bir gün hediye edecektim. Korkusuz, endişesiz bir gün. Sokaklarda koşarak, köşeden köşeye kaçarak değil, sakin sakin yürüdüm. Şimdi düşününce, delirmek belki de böyle bir şey. Hakikaten de keskin nişancıları düşünmeden, birazdan vurulup düşebileceğimi aklıma getirmeden bütün bir gün öylece yürüdüm. Bir şey olmadı, vurulmadım. Sanırım tanrı gerçekten delirenlere bir günlüğüne meleklerini yolluyor.”

 

Görünmeyen bir düşmandan korunmaya çalışarak geçirdiğimiz ayların ikincisine girdik. Ve geçen hafta ben de güzelce delirmeye karar verdim; Korona yokmuş gibi bir gün geçirmeye, vurulup düşer miyim diye endişelenmeden yürümeye. Bir gün daha normal bir şey yapmazsam zaten öleceğim gibi geldi. Boş sokaklarda yürürken geldi aklıma yıllar önce Bosnalı kadının anlattığı bu hikaye. Ve sokakları geçerken aslında hikayenin bana anlatmadığı bir kısmı olduğunu fark ettim: Delirmek, hiç de anlattığı kadar kolay değildi.

 

Hayatı topyekun değiştiren krizlerin en berbat tarafı şu: En gerçekten kopuk hayalin ve en gizli kuytudaki rüyan bile artık krizden bağımsız değil. En namlı hayalciler için bu imkansız. Çünkü krizin en baskın özelliği aklı esir alması. Bir hegemonya bu, en güzel şiire ya da küçücük bir özgür söze bile izin vermiyor. Gördüğün, duyduğun, yanından geçtiğin, uzaktan gördüğün ve hatta sezdiğin her şey krizle ilgili.

 

Yürüyorum ve sokaklar bomboş. Kendi nefesimi duyuyorum. Nefesimi duydukça daha da zorlaşıyor hayalin içinde kalmak. Tanımadığım ve tanışmayacağım insanlara, onların yanımdan geçişine ne kadar ihtiyacım varmış meğer. Gerçeklikten vazgeçtim, bir hayalin içinde kaybolmak için bile gerekliymiş yabancılar.

 

Kriz böyle bir şey. Bir zihin diktatörlüğü kuruyor ve bu görünmez hapishanede sadece izin verilen şeyleri yapabiliyorsun; mayalı ekmek, Instagram canlı yayını ve bezgin şaka! Aramızdan hakikaten çok dayanıklı olup başka şeylerden bahsetmeye kalkanlar olursa da kimsenin onun bu “deliliğini” kaldıracak hali yok. Fakat –uzun yolda arabada sıkılmış çocuklar gibi sorayım- “Daha ne kadar var?”

 

“Bunu düşünme, çıldırırsın” dedi Mika. Mika ile aynı yaştayız ve o da Bosnalı. Bir buçuk aydır –haftada bir hızla yaptığı market alışverişi dışında- evden dışarı çıkmıyor ve kimseyi görmüyor. Geçen hafta, uzun bir bankın iki ucuna oturup biraz sohbet etmeye ikna etmek için bir mataraya en harikasından cin tonik doldurup cam bardaklarda badem ve bol miktarda limon kolonyasıyla servis yapmam gerekti evin önündeki yeşillik alanda. Ne bunalmış ne de bezgin görünüyordu. “Ben” dedi, “tekrar savaştaymışız gibi düşünerek başa çıkabiliyorum. Yoksa bu duruma katlanamam.” Bosna Savaşı sırasında Hırvatistan’daki mülteci kampına geldiğinde de aynı şeyi yaptığını anlattı:

“Aylarca tek bir insanla konuşmadım. İçime kapandım ve geçene kadar bekledim. Başka yapacak bir şey yoktu. Şimdi de aynı şeyi yapıyorum. Ne olacağını düşünmüyorum. Sen de düşünme. Delirirsin.”

 

Görevimiz delirmemek ve hasta olmamak, başka da işimiz yok. Delirmek, delirip hiç değilse bir günlüğüne gerçeklikten kopuk bir inatçı hayalin içinde kaybolmak bile imkansızsa ne yapabilirsin ki! Ekmek, Instagramda canlı yayın ve şaka! Şimdi bizim işimiz bu şeytan üçgenine direnmek. Bu üçlüye dördüncü ve anlamlı bir şey ekleyebilmek.

Ben bir şey buldum ama söylemeye çekiniyorum. Fakat böyle şeyleri şimdi söylemezsek ne zaman? Her dışarı çıkışımda bir karahindiba koparıp tüylerini üflüyorum sokağa. Üflemezsek gelecek sene hiç olmazlar diye endişeleniyorum. Herkes kendine bir görev bulmazsa gelecek seneye çıkamayız diye korkuyorum. Evet bayanlar baylar, bravo! Bildiniz, ben de böyle deliriyorum.