Gürültüde Aşağıya Çekilmek

Bir kasaba kahvesi gevşekliğiyle ve tıpkı oradaki gururlu erkek cahilliğiyle karşına geçerler. Her şeyi bilirmiş, her şeyi görmüş geçirmiş gibidirler. Bir ağızdan konuşurlar ve sana “Olmamış” derler. Sen ağzınla tuttuğun kuş dişlerinin arasında, gözlerin fincan gibi olmuş öylece durursun. “Siz ne yaptınız ki bugüne kadar?” diyemezsin. “Siz kimsiniz ki?” diyemezsin. Seni bir gürültü ile aşağıya çekerler. Çoğunlukla da kadınlara yaparlar.

 

İnsanı pişman ederler. İnsanı güzel şeyler yaptığına pişman ederler. Ortadoğu’nun kötü bir huydur; herkes onlarla birlikte aynı çamurun içinde yuvarlansın, kimse daha güzel şeyler yapmasın isterler. Güzel olan şeye saldırırlar ki herkes onlar kadar çirkin olsun. Çirkin olmazsan kendilerinden saymazlar. “Saymazlarsa saymasınlar” da diyemezsin, köysüz bırakırlar, yurtsuz bırakırlar. Sonra sen küsüp çekip giderken “Niye gitti ki bu şimdi?” diye sorarlar.

 

Bir ülke ki, bir gürültü ki, kadınlar takdir edilmemekten dolayı küsüyor hayata. İş kolay, çalışmak kolay, yapıp eylemek daha kolay böyle küstürülmenin yıldırılmanın dayanılmazlığına oranla.

 

Fıkrayı biliyorsun değil mi? Cehennemde her ülkenin bir kazanı varmış, seninkinin de. Her kazanın başında bir zebella duruyormuş, başını çıkaranları geri kazana sokmak için. Senin memleketin kazanının başına kimseyi koymamışlar. “Nasılsa aşağıdan çekerler” demişler soranlara. Biliyor musun ki bu fıkranın Arapçası var, bütün Arap ülkelerinde anlatılıyor Ortadoğu’da ve Afrika’da. Dedim ya, Ortadoğu’nun kötü bir huyudur, herkes aynı kazanda kaynasın isterler, yansın kül olsun isterler. “Ben yapamıyorsam güzel bir şey, kimse yapmasın” derler. O yüzden bu gürültüde hep birileri sana bir şeyi beceremediğini söyler.

 

Hep buralarda yaşadığın için bilmiyorsun nasıl bir şeydir acaba takdir edilmek, el üstünde tutulmak, “Teşekkür ederiz” denmesi nasıl bir şey, bilemezsin. İnsanın kalbinin üzerinden bir fil kalkıyor, o filin orada öylece yıllardır oturmakta olduğunu o zaman anlıyorsun. Seni yoranın iş-güç değil taşıyıp durduğun o fil olduğunu anlıyorsun. Bir de fark ediyorsun ki ne yapsan ne etsen hep birilerinin kötü bir şey demesini bekler dururmuşsun meğer. Öyle olmayınca o güne kadar ne kadar yorulduğunu anlıyorsun. Kadınlar anlıyor bu dediğimi galiba daha çok. Maalesef kadınlar, ağızlarıyla en çok kuş tutanlar hem de. “Ağzınla bir kuş tuttun diye amma abarttın. Ne var? Kuş işte!” denenler.

 

Gürültüde geçip gidiyor ördüğümüz danteller, yazdığımız şiirler, bütün kabalıklara inat salatanın şurasına iliştirdiğimiz süs zeytini ve daha neler neler… Yeterince uzun zaman teşekkür edilmeden yaşarsa insan içi kaçıyor, süsü gidiyor hayatın, tadı kaçıyor. Sonra sorular “Niye surat asıyorsun?” diye, “Niye ekşi ekşi bakıyorsun?” diye, “Ne istediğini de bir anlayamadık” diye, diye diye, ikinci kez bir gürültü ile insanı iyice bıktırıyorlar.

 

Bir gürültü var insafsızlığı kural yaptı kendine. Cahilliği ve cahilliğin özgüvenini, kabalığı ve gevşekliği, saygısızlığı ve müptezelliği. Kurala uymuyorsan gürültüde de yerin kalmıyor, evsiz kalıyorsun. Dantellerin, şiirlerin, zeytinlerin ve ağzındaki kuşla öyle, nerelere gitsem diye…

 

Ben seni takdir ediyorum kardeşim. Ben sana teşekkür ediyorum. Sen iyi ki varsın. İyi ki bu dergiyi alıp okuyorsun, iyi ki gürültüde harika ve inatçı bir sümbül gibi duruyor, yaşıyor ve ah sen ne güzel kokuyorsun.