Gürültüde “anlam bulmak”

Böyle garip zamanların bir anlamı olmalı diye düşünüyoruz çoğumuz. Bir anlamı olduğundan değil, biz anlamsızlığa katlanamayacağımız için. Ve kattığımız anlam bugünlerde aşağı yukarı şöyle ifade ediliyor çoğunlukla:

Sevginin kıymetini anladım. Bu kadar tüketmeye gerek yokmuş, bunu anladım. Bir parça toprak, sebze meyve yetiştirmek, ihtiyacımız olan buymuş bunu anladım. Daha küçük bir hayatla mutlu olabilirmişiz bunu anladım. Ve bunun gibi…

 

Güzel. Anlamak harika bir şey. Bir anlam bulmak ya da atfetmek de hiç fena değil. Fakat bu korkulu zaman geçince bu anlamlardan ne kadarı kalacak geride?

 

Korku, geçtiği andan itibaren en hızlı unutulan hatıra. Bir tedavi telaşıyla, normalleşme acelesiyle en hızlı kaçılan anı. Ve korkudan kaçarken, korkuyu unuturken bu süre içinde kurulan her anlam da bu tatsız hatırayla birlikte terk edilecek. İnsanlık tarihinin bu kadar kendini tekrar etmesi başka nasıl açıklanabilir? Eğer durum bu olmasaydı, insanlar ilk savaştan sonra anlarlardı doğurup büyüttükleri çocukları krallar için kurban vermemeleri gerektiğini. Çocuklarını alıp yerine teneke madalyalar ve mezar taşları veren bir tarih kendini bu kadar çok kez tekrar edebiliyorsa bu, olağanüstü zamanlarda berraklaşan anlamları işler normale dönünce yitirmeye ayarlı varlıklar olduğumuz içindir. Korkuyla bulunan anlam rahatlayınca alınan ilk nefes verilirken semaya karışıp kaybolduğu içindir.

 

Ben bir anlam buldum mu bu salgın zamanında? Anlam değil belki, ama sık sık düşündüğüm şu: Hapishanedekiler buna nasıl dayanıyor? Kimseyi görmemeye? Kimseye sarılmamaya? Yıllarca! Biz karantinanın üçüncü gününde delirmekten bahsederken hücrede tek başına, suçsuz yere tutulan genç insanlar her kiraz mevsiminin kimseyle öpüşmeden geçişine nasıl katlanıyor? İnsan nasıl öldürmez kendini? Ve en çok da şunu düşünüyorum bugün:

Yıllar sonra hapis cezan bitmiş, çıkmışsın mesela. Birden insanlar hücum ediyor üstüne. Onca yıl onlar normal bir hayat yaşamış ama senin bedenin dokunmayı ve dokunulmayı unutmuş. Nasıl ürkütücü bir şeydir kim bilir hapishaneden çıkar çıkmaz insanların sana sarılması, bağırması çağırması, ağlaması, gülmesi, o kadar duygu kalabalığı. Kalbim taşıyor düşündükçe. Kalbim taşıyor düşündükçe gelecek sevgiliyi… Atlar koşarken çatlıyor içimde. Göğüs kafesim çatlayıp ölürüm diye korkuyorum ona ilk sarıldığım anı düşündükçe.

 

Ne çok insan var hapiste, hem de öylesine. Şimdi bu insanlar mesela, orada bir anlam mı buluyorlar, bizim eve kapandığımız bir kaç ayda yaptığımız üzere? Tamamen anlamsızken bu çile, insan nasıl bir anlam bulup çıkarabilir bu kadar dehşetle haksız ve yanlış bir şeyden? Fakat anlam, nefes gibi bir şey. Ancak kısacık bir süre geçirebilirsin olmadan. Yarım yamalak, yalan yanlış da olsa bir şey bulmalısın. Ama işte böyle böyle deliriyor insan. Bunca yoksunluk varken bir anlam bulup buluşturmak için çabalarken, her şey saçmalaşırken.

 

Bu ülkenin bu çılgın zamanları geçecek, belki. Yeterince yakın bir zamanda olacak bu hatta, kim bilir. Fakat merak ediyorum, bu kadar anlamsızlıkla ne yapacağız acaba? Kimse dinlemek istemeyecek çekilen çileleri; öyle olur. İsrail devleti ilk kurulduğu yıllarda, toplama kamplarından kurtulan Yahudilerin İsrail’de görmezden gelindiğini, kimsenin onların hikayesini dinlemek istemediğini biliyor muydunuz mesela? İnsanlar öyledir çünkü, korku geçince korkudan bahsedenleri sevmezler, kötü şeyleri hatırlatanları. Biz ne yapacağız onca hikayeyi o gün? Ya hiç kimse dinlemezse!

 

Bundan bir anlam var mı mesela? Ya da şöyle sorayım: Anlamaya değer bir şey var mı insanın bu sağır tarafında? Cevap veriyorum: Yok. Çünkü bazen de böyle. Anlamsız işte. O kadar.