
Ev neresi?
“Zaten artık galiba kimsenin evi yok” dedi Moldovyalı ev işçisi genç kadın. Londra’da tüm zamanlı bir ev işçisi Tanya. Çalıştığı yerde uyuyor yani, bir aile ile birlikte. Ülkesinde Tekstil tasarımından mezun. Bir kardeşi İtalya’da, bir başkası İrlanda’da, öteki… söyledi ama unuttum. “Duvarlar üzerime geliyor bazen” dedi ne kadar sıkıldığını anlatırken, “Çünkü gücüme gidiyor.” “Bak” dedim ben de “Kırılan onurunu düşünme, yoksa delirirsin. Evden uzak olmanın en kötü tarafı bu… Biliyorum.” Çünkü biliyorum.
Geçtiğimiz iki hafta boyunca Londra, Dublin, Oxford, Edinburg ve Bristol’da “Bir Ülke Nasıl Kaybedilir” (How To Lose A Country) kitabının turunu yaptım, onlarca röportaj verdim. Hipster gençlerden en namlı üniversite profesörlerine, Lordlar Kamarası’ndaki lordlardan gazetecilik kulübü Frontline’daki yazarlara kadar herkese kitabı ve neden yazdığımı anlattım; bizim son on beş yıldır yaşadıklarımızı Avrupa ve Amerika yeni yaşamaya başladı ve tıpkı bizim 15 yıl önceki halimiz gibi mütereddit, şaşkın ve endişeliler. Politik ve ahlaki krizin ayak seslerini duyuyorlar ama tıpkı bizim gibi tereddütle çok zaman kaybediyorlar. Küresel bir mesele bu diye düşünüyorum ve bu yüzden de ondan fazla dilde yayınlanacak bir kitap yazdım, benim gibi insanların bir araya gelip bu meseleye bir çözüm bulmaları için. Çünkü Moldovyalı Tanya’nın dediği gibi yakında aslında kimsenin evi kalmayacak. Dünya bir parçalanma ve çözülme döneminden geçiyor ve ev dediğimiz kavram sıvılaşıyor; herkes için! Peki bu yeni dünyada ev kavramı yeniden tanımlanırken bu tanımı neye göre yapacağız?
Lord Maurice Glassman İngiltere’nin Avrupa Birliği’nde ayrılması gerektiğini düşünüyor, çünkü insanların evinde hissetmesi gerektiğini düşünüyor. Lord deyince aklınıza havalı bir şey gelmesin. Her partinin dört tane lord atama hakkı var, Glassman da İşçi Partisi’nin atadığı lordlardan, zengin filan değil yani. Ben de bunu Glassman’la İngiliz Parlamentosu’nda kaçak göçek sigara tüttürürken öğrendim, “Nasıl lordunuz ki siz?” diye sordum, anlattı. (Hayatımdan komedi unsuru hiç eksik olmuyor nitekim.) Halbuki o politika felsefesi profesörü. Dedim ki “Ev dediğimiz şey artık toprağa bağlı olmayacak, çünkü coğrafyalara bugünkü sınırlarını veren kurumlar gücünü yitiriyor. Bana sorarsanız yeni evlerimizi dayanışmalar ve arkadaşlıklar üzerine kuracağız.” Ama o hala toprağa tutunanlardan. Tarihin sıvılaştıracağını sandığım şeylerden biri. Göreceğiz.
Arkadaşlık insan ilişkileri içinde en yüksek değerde olanıdır, der felsefenin meczup devi Spinoza. Düşünceleri yüzünden ülkesinden gitmek zorunda kaldığında ve uğradığı son linç sırasında sırtı yırtılan paltosunu ömrünün geri kalanında hiç sırtından çıkarmamıştır. Sanırım evin neresi olmadığını (!) hiç unutmamak için. Ne aile ne ülke seçebildiğimiz ilişkiler değil. Bir ülkeye, bir aileye, bir çevreye doğarız ve bu seçmediğimiz şeylerle ilişkimizi çoğu kez sanki kendimiz seçmişiz gibi savunuruz, severiz ve onlara ait hissederiz. Arkadaşlık ve dayanışma ise “ben” demeyi becerdiğimiz ilk yaşlardan itibaren seçtiğimiz ve şansımız varsa, yeterince emek veriyorsak sürdürebildiğimiz ilişkiler. Bizi yoğuran ve en az aile, ülke kadar biçimlendiren tek insan ilişkisi. Ve üstelik ne toprağa ne ülkeye ihtiyaç var. Düşünelim derim bu mevzu üzerine. Çünkü… Mmm… Düşünmek zorundayız. Parça parça olmamak için. Çünkü Moldovyalı Tanya’nın dediği gibi artık evsizlik sadece en bahtsız olanlarımızın değil, hepimizin meselesi olacak. Yeni bir çatı inşa etmeliyiz. İnsanca, pek insanca bir çatı.