
Değmez bu yangın yeri…
Bu ne biçim hayat! Herkes hapiste. Çünkü Osman hapiste. Sırrı öyle. Demirtaş çıkıyor mu çıkmıyor mu, belli değil, ne biçim işse! Hrant’ı, Tahir Elçi’yi öldürdüler. Akademisyenleri, gazetecileri, karikatüristleri bir alıp bir bırakıyorlar, alay eder gibi. Bir sürü kadın öldürüyorlar durmadan. Dereleri, gölleri, denizleri, dağları ve ovaları da öldürüyorlar; kimsenin gözünün yaşına bakmak yok. Çocukları zaten öldürürler ezelden beri, şimdi cinayetler seri! O vakit “Bir küfür yolla Allaha!” , Sabahattin Ali’nin dediği, ama bizim diyemediğimiz gibi… Hasılı, “Değmez” demişti Can Yücel, “avuç açmaya değmez bu yangın yeri.” Shakespeare’den bile güzel demişti 66. Sonede. “Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene”…
Yabancı bir gazetecinin, 2013-16 arasını anlatan, 400 sayfalık Türkiye kitabını bitirdim az önce. “Bütün bunlar oldu. Vay be!” diye diye. “Nasıl delirmedik?” diye boş yere sorarak ve hatırlayarak Sırrı’nın söylediğini ekseriyetle :
“Her deli üstünü başını yırtmaz benim canım!”
Benim mektuplarımı vermiyorlar cezaevlerindekilere, Sırrı tahmin eder herhalde…
Ne berbat şeymiş faşizm. Sanıyorsun ki düelloya gelecek. Sen de Davut gibi küçücük boyuna bakmadan girişeceksin Calut’a elindeki bütün taşlarla, Allah ne verdiyse. Ya herro ya merro! Hayır efendim; pusu kuruyor, alay ediyor, küçücük beyniyle türlü numara çeviriyor, kasabalılık işte! Öyle ediyor böyle ediyor, kalbi en kötü yerinden kırıyor. Arkadaşlarından büküyor insanın kanadını. Faşizm vallahi çok fena bir şey arkadaşlar; insan denen varlığın hamurunu bozuyor korku denen lanetle. Önce ekmekler bozulmuyor. Yok. Önce insanın hamuru çürüyor bu delilik cehenneminde. Ekmeğin tadı da öyle öyle kaçıyor zaten; arkadaşınla bölüşemeyince.
İyilik kutsal kitaplardan önce vardı. Evvelce yazmıştım esasen, “kutsal kitaplar getiremedi kötüleri insafa.” Yine olsa yine yazarım; iyilik, bütün tanrılardan eski, maalesef kötülük de. Ve insanlık olarak geberip gideceğimizi eriyip su olan her buzulda bir kez daha idrak ettiğimiz şu hassas dönemde bile, iyilik var. Göster desen gösteremem. Ayrıca sen göster zaten! Ama ahlaki bir zorunluluk olarak iyiliğe inanmayı seçiyor bazılarımız. Mesela ben. Mesela sen. Mesela milyonlarca insan. Denize atıyorlar muhtemelen iyilikleri, Twitter’a değil, hani yani görmüyorsan.
“Bu günler geçecek” deyip duruyorum herkese. Keşke biri de bana dese. Ben de ona desem:
“İyi de hocam, ömür geçti be!”
Çeşitli dillerde, sizi, yani bizi anlatıyorum ülke ülke geze geze. “Bu günler geçecek” diyorum; daha geçen hafta dedim İtalyancaya çevirdiler, İspanyolcaya ve Almancaya, aynı anda. “İnanın çocuklar” faslından giriyorum, “Yapabiliriz” diyerek çıkıyorum konuşmalardan. Allahtan kimse sormuyor “Nasılsın?” diye. Biri sorsa “İyi misin?” diye… Ağlarım ve de susturamazlar yeminle! Ama sizin yüzünden -Sırrı sana söylüyorum, Osman sana da- topluyorum şöyle kendimi, sanki dünyanın bütün kötü devlerini tek hamlede yere serecekmiş gibi, koyuyorum iki elimi belime, “İnancı kaybetmek yok” diyorum. Sanki kaybetseler kıracağım bacaklarını. Öyle bir efelik, öyle bir kabadayılık. Öyle bir yalandan ve fakat inançtan çalım benimki.
Ve fakat bugünlerde önemli olan zevahir. Mazruftan bahis açmayalım, zarfı düzgün tutalım yeter. Gençler için bir kere de Türkçe: Mühim olan dış görünüş, içimiz bizim kendi iç meselemiz. Kimsenin kimseye “Hiçbir şey iyi olmayacak” demeye hakkı yok. Çünkü neden? Çünkü faşizmin tek ekmeği korku. O çürük hamur semirtiyor o namussuzu!
Kahroluyor olabilirsin derdinden. Kim olmuyor ki zaten. Ama koy iki elini beline. Numara yap. Çok güçlüymüş gibi. Vız geliyormuş, aha şuradan da .iktirip tırıs gidiyormuş gibi.
Çünkü neden? Çünkü inanmak zorundayız ve inanç bulaşıcı. İnançla olacak ne olacaksa. Buna inanmak zorundayız hocam. Sadece buna. Gerisi genç irisi Calut ve gerisi palavra. İster yolla ister yollama bir küfür Allaha, fakat bil ki değmez bu yangın yeri, değmez korkuyla yaşamaya.