Bahara çıkalım

Biz birbirimize yakınlaşarak dayanışmayı biliyoruz. İnsanın acısını insan alır, bizim bildiğimiz bu. Söylenecek bir şey kalmadıysa elini tutarsın, sarılırsın, omzunu omza dayarsın, biz böyle yaparız. Fakat lanet bir virüs bütün bildiklerimizi sildi. Ekrana vuruluyor kadehler, yaklaşıp birbirine sarılacağına uzaktan bir sarılma taklidi hareketi yapıyor insanlar. Kış da geliyor şimdi, soğuk ve bulanık bir kış. Ne edeceğiz biz?

 

Bu kış zor geçecek. Kimimiz soğukta sokakta ölecek, sabaha kimsesizler mezarlığına gömülecek. Kimimiz işsiz kalacak, sabaha kadar tavana bakacak ertesi günü nasıl çıkaracağını düşünerek. Maaşları düşürülecek kimimizin, çocuğun defterine kalemine para yetişmeyecek. Bu dergiyi alırken “Dolmuşa para kalacak mı?” diye düşünenler olacak. Sırf lanet olası yoksulluk yüzünden belki, sözümüz bile birbirine ulaşamayacak. İşler iyiye gitmiyor nitekim, zor bir kış gelecek. “Kış kadınlarının zamanı geliyor” diye eski yazılarımı paylaşanları görüyorum sosyal medyada; bu kış öyle bir kış olmayacak, ılık ve battaniyeli. Başka türlü bir kış olacak. Bir kara kış bastıracak, kalbimiz Napolyon’un Rus kuşatmasındaki askerleri gibi kar uykusuna bırakmak isteyecek kendini. Belki yanımızda “Bırakma kendini, uyuma, uyanamazsın” diyecek bir silah arkadaşı bile olmayacak.

 

Ve biz bu kışı geçireceğiz. Biz bu kışı geçirmek mecburiyetindeyiz. Ben bu kıştan sağ çıkmak zorundayım, sen de. Çünkü bahar gelince muhakkak iyi bir şeyler olur. Az da olsa, nadiren bile olsa, iyi bir şey olur. Bu kış sadece bahardan söz etmeliyiz. Eğer sokaklara çıkıp bu düzeni değiştirmek diye bir niyetimiz yoksa tek çare baharı düşünmektir. Bir kavgayla direnmek tercih edilmiyorsa sessizce dayanmaktan başka çare mi var? Bu kış bize bu soruyu soracak, göreceksiniz.

 

 

“Ağaca ekmek asıyorum” demişti Zeynab hanım Muz Sesleri romanında, “Çünkü yoksullarla karşılaşmak istemiyorum.” Yoksullarla karşılaşmadan, rahat bir kış geçirmek isteyenlerle yaşıyoruz. Sözleri dinlenen kişiler bunlar, sözleri hayatımızı belirliyor. Biz yoksullaştıkça, sanki netliğini kaybeden bir filmin oyuncusu gibi, gözlerine görünmez oluyoruz. İşsizleştikçe varlığımız istatistiklerin dışına çıkıyor, bizi artık sayı olarak bile saymıyorlar. “Ekmek aslanın ağzında” adlı oyun küçülüyor fakat “pasta yiyenlerin” sayısı hep aynı. Bu mesele aniden gelen dolu fırtınası gibi dövecek hepimizi. Ne gazeteler yazacak ne televizyon gösterecek tabii ki. Biz her gün sokakta göreceğiz yere yığılanları. Boktan bir kış olacak, besbelli. Yıkılanlar yok sayılacak.

 

Hayatta kalmaya çalışacağız bu kış. Hayatta kaldık diye de mutlu filan olmayacağız. Çünkü hayatta kalmanın ahlâkının kuralları çürütür insan ruhunu. Yaşarsın ama artık eksik ve  ekşi. Bahar sana gelmez artık. Neşenin saflığını kurban edersin hayatta kalmış olmaya. Hâlâ yaşıyorsan insan eti yemişsindir biraz, bilsen de bilmesen de. Vejetaryen da olsan hatta vegan bile, bu böyle.

 

Bahar kime gelecek önümüzdeki yıl? Herkese gelecek mi aynı güzellikte?

 

İyi bir şey söylemek gelmiyor içimden. Ne battaniyeli bir şey ne kedili. Ama kavga edilmeyecekse tek bir seçenek kalıyor geriye: Saklanın! Saklanın saklanabildiğiniz sürece. Ne diyeyim başka? Denecek bir şey kaldı mı sizce?